10. BÖLÜM | ALMANYA’DA GÜNLÜK HAYAT, DÜZENLİ MASRAFLAR VE ALIŞKANLIKLAR

Almanya’da günlük hayat ve aylık düzenli masraflardan, halkın kendine özgü yaşam kültürü ve çeşitli sosyal alışkanlıklardan örnekler.
almanyada hayat

Almanya’da Hayat blog serimizin 10. ve son bölümünde, Almanya’daki günlük hayattan, aylık düzenli masraflardan, Alman halkının kendine özgü yaşam kültüründen ve çeşitli sosyal alışkanlıklardan bahsedeceğiz…

Hemen en başta belirteyim; bu bölüm boyunca kullanacağım “Alman toplumu” veya benzer ifadeler ile sadece, anadan atadan, katıksız Almanları değil, Almanya’da yaşayan ve bu ülke kültürüne adapte olmayı başarmış tüm insanları kastediyorum.

Her ülkenin olduğu gibi Almanya’nın da kendine has bir toplumsal yaşam tarzı ve günlük alışkanlıklar düzeni var. Özellikle dakikliği ve işlerin bir düzene sadık kalınarak yapılıyor oluşunu, genel olarak disiplini ve kuralcılığı, Almanya’da günlük hayat akışında bile ciğerlerinize kadar hissedebiliyorsunuz. Herhangi bir sebepten yapacağınız randevularınızdan, iş dünyasındaki hareketli hayata, kişisel ilişkilerinizden, para harcama alışkanlıklarınıza kadar, Almanya’yı Almanya yapan tüm bu ayrıntılar, geçen zaman içerisinde iyice oturmuş ve toplumda herkes için bir ortak payda, bir sosyal kültür meydana getirmiş. Şimdi tüm bu küçük, ama birleştiğinde koca bir toplumun kültürünü şekillendiren ayrıntıların en dikkat çekenlerini elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

Fakat dilerseniz öncelikle ayrı bir alt başlık olan, Almanya’da her ferdin ya da her ailenin yaşamını sürdürebilmek için gereksinim duyduğu, yeme, içme, barınma gibi temel insani ihtiyaçlara, her ay düzenli olarak ne kadar masraf ettiği konusunu kısaca inceleyelim.

En elzem ihtiyaçlar, malum mutfakta. Almanya’da mutfak alışverişinizi yapabileceğiniz yöresel ve ulusal birçok süpermarketler zinciri mevcut. Bunların en başında da Lidl, Aldi, Rewe, Edeka, Hit, Netto ve Penny gibi ülke çapında birçok şubesi olan mağazalar geliyor. Tabii ki burada sayamayacağım kadar çok, başka mağazalar da var ve hepsinin fiyat ve ürün politikaları birbirinden farklı. Örneğin, Edeka ve Hit gibi zincirler nispeten daha pahalı fiyatlarla ürün sunuyorken, Netto ve Penny gibi mağazaların ürünleri biraz daha bütçe dostu fiyatlara sahiptir. Tabii bu duruma paralel olarak ürün kalitesi de bir miktar farklılık gösterir. Ayrıca bu süpermarketlerin çoğunun kendi markaları da vardır ve herhangi bir üründe mağazanın kendi markasını satın almak, X markasını satın almaya kıyasla size ekstra tasarruf sağlayabilir.

Peki bir alışveriş arabasını doldurmak kaça patlar?

Almanya'da günlük hayat

İlk bölümde de bahsettiğim gibi, ben Almanya’ya geleli 15 sene oldu. İlk geldiğim dönemde standart bir alışveriş arabasını tıka basa doldurmak, orta halli bir mağazada bize 45-50 Euro civarında bir tutara mal oluyordu. Şimdi aynı arabayı aynı şekilde doldurmak ortalama 120 Euro civarında (2023 yılı itibariyle zaman zaman 150 Euro’ya kadar) tutuyor. Tabii, 15 sene öncesinde sadece eşimle ikimizken, şimdiki haftalık alışverişimizden sebeplenenlere iki küçük boğaz daha (2023 yılı itibariyle bu boğazlardan birisi benimkinden daha büyük) eklenmiş durumda…

Bu mağazaların yanısıra bir de artık neredeyse her mahallede bulunan Türk bakkallarımız var. Bu bakkallarda Türkiye’de bulabileceğiniz -hatta kimi zaman Türkiye’de bile bulamayabileceğiniz- her türlü ürünü bulmak imkân dahilinde. Örneğin çay, ya da sucuk, ya da tazelikten ağzınızda dağılan pişmaniye. Kinayeli söylemiyorum; hem Türk damak tadına uygun hem de son derece taze ve günlük ürünleri bu bakkallarda bulmak mümkün. Türk bakkalına da 2-3 haftada bir gidiyoruz ve her gidişte ortalama 70-80 Euro (2023 yılı itibariyle 100-120 Euro) civarı da orada bırakıyoruz. Yani kabaca bir hesap yapacak olursak, kendi halinde dört kişilik bir aile olarak, aylık mutfak alışverişi masrafımız ortalama 600 Euro (2023 yılı itibariyle 700 Euro) civarında diyebiliriz.

Yeme içmenin dışında bir de tabii ki her ay düzenli olarak ödemeniz gereken faturalar var…

Örneğin elektrik faturası. Almanya çapında yine yöresel ve ulusal, binin üzerinde elektrik sağlayıcısı bulunur ve siz bunlardan birini seçip bağlayıcı kontratınızı yaparak hizmet alımını başlatırsınız. Firma tarafından size önerilen ortalama bir sabit miktarı her ay düzenli olarak ödersiniz. Sene sonunda sayaç okunur. Yıl boyunca ödediğiniz miktar, toplam ödemeniz gerekenin altında kalmışsa fark ödersiniz, fazla ödeme yapmışsanız farkı iade alırsınız. Biz son yıllarda aylık ortalama 90-100 Euro civarı (2023 yılı itibariyle 152 Euro) elektrik faturası ödüyoruz. Sene sonunda da fazla veya eksik, çok küçük bir fark çıkıyor.

Ev telefonu ve internet için de seçtiğiniz tarifeye göre aylık 15-20 Euro’dan 80-90 Euro’ya kadar değişebilen farklı tutarlar karşınıza çıkabilir. Biz ev telefonu ve internet için aylık 50 Euro ödüyoruz.

Su ve ısınma giderleri, ev kiralarından bahsederken de kısaca değindiğim gibi, yan masraflar başlığı altında toplam aylık kiranın içine ilave edilir. Ancak bir apartman dairesinde yaşamıyorsanız, bu giderleri ayrıca ödemek durumunda olmanız da ihtimal dahilinde. Bizim su faturamız, aylık 125 Euro tutarındaki yan masraflar kalemine dahil edilmişken, ısınma için yıllık genellikle 1.500-2.000 Euro civarında bir fatura ödemesi yapıyoruz (2023 yılı itibariyle 2.550 Euro ödedik).

Yapmanız gereken düzenli ödemeler arasında “Rundfunkbeitrag” yani radyo-tv lisans ücreti de var. Kamuya ait medya kuruluşlarının finanse edilmesi amacıyla halktan alınan bu katkı payını, evinizde radyo veya televizyon olsa da olmasa da ödemek zorundasınız. Söz konusu tutar aylık 17,50 Euro’dur ve genellikle üç aylık tutarlar birleştirilerek ödenir. Sanırım bu ödemeyi Türkiye’deki TRT vergisine benzetebiliriz.

Bir diğer önemli masraf kalemi de sigortalar. Almanya’da sigorta konusu çok önem verilen bir konu ve sıradan halkın ciddiye aldığı ve mutlaka yaptırmayı tercih ettiği birçok farklı sigorta türü var. Bizim, özel hayat ve araç sigortalarımız haricinde, çocuklarımız için yaptırdığımız, gelecekleri ve sağlıklarıyla ilgili birtakım sigortalar, ferdi kaza sigortamız, konut sigortamız, üçüncü bir şahsın herhangi bir eşyasına veya bizzat kendisine istemeden bir şekilde zarar verecek olursak, doğabilecek masrafları üstlenen sigortamız ve herhangi bir sebepten mahkemelik olursak avukat ve mahkeme masraflarını üstlenen sigortamız var.

Bunların, çok şükür neredeyse hiçbirini kullanmak zorunda kalmadık şimdiye kadar, ancak inanın bana, Almanya’da neredeyse her ailenin ya da ferdin benzer sigortaları yaptırdığını ve bu konunun çok önemsendiğini söyleyebilirim. Tüm bu sigortalara da ortalama bir aile için aylık 400 ila 500 Euro arasında ödeme yapıldığını varsayabiliriz. Eğer aracınız yoksa ve özel hayat sigortalarına da harcama yapmak istemiyorsanız, bu tutarları aile başına aylık 100-120 Euro seviyesine çekmek de mümkün.

Almanya'da günlük hayat

Kısaca toparlayacak olursak, Almanya’da sıradan bir ailenin aylık ortalama sabit giderleri, kira haricinde, 800 ila 1.200 Euro (2023 yılı itibariyle 1.000 ila 1.400 Euro) arasında değişir diyebiliriz. Tabii bu tutarlar yine, ailenin yaşadığı şehir, çocuk sahibi olup olmadığı, özel otomobil veya toplu taşıma araçlarını kullanıp kullanmadığı gibi başka birtakım etkenlere bağlı olarak farklılıklar gösterebilir.

Mutfak alışverişini yaptınız, yediniz içtiniz, epeyce de çöp birikti. Akşam yemeğini hazırlarken soyduğunuz patateslerin kabukları, yumurtanın karton kutusu, içtiğiniz sütün tetrapak ambalajı ve tabii tükettiğiniz balın cam kavanozu, her biri ayrı ayrı çöplere gider. Evimizde normal atık, biyo-atık, plastik içerikli ambalaj ve karton için olmak üzere dört farklı çöp kutusu kullanıyoruz. Bunun yanısıra cam kavanozları, pilleri, eskimiş elektronik eşyaları, karton kutuların içinden çıkan straforları ve daha birçok ayrı kategoride çöpü, hemen her köyde bulunan atık toplama alanlarındaki konteynerlere atıyoruz.

Alışveriş konusundan çok fazla uzaklaşmadan önce, kısaca bir konuya daha değinmek istiyorum. Almanya’da “kredi kartlarının birçok yerde geçmediği konusu sadece bir söylentidir”, diyemeyiz. Gerçekten de üç beş sene öncesine kadar büyük marketler zincirlerinde bile kredi kartı kullanarak alışveriş yapmak mümkün değildi. Daha küçük çaplı dükkanlarda yapacağınız alışverişlerde olsun, eğlence yerlerinde veya restoranlarda olsun, birçok yerde yanınızda nakit para taşımanız gerekebiliyordu. Ancak bu alışkanlık son yıllarda değişmeye başladı. Zaten uzun süredir, büyük alışveriş ve eğlence yerleri ya da farklılaşan alışkanlıklar nedeniyle mevcut müşterilerini kaybetmek istemeyen orta çaplı işyerleri, Türkiye’de debit kart ya da bankamatik kartı olarak bildiğimiz “EC Karte”yle ödeme alıyordu. Artık son dönemde birçok işyeri kredi kartını da kabul etmeye başladı. Ancak yine de tedbirli olup bir miktar nakit para taşımakta da fayda var tabii. 

(2023 yılı itibariyle, atlatılan salgın dönemi sebebiyle artık her işyerinde temassız da dahil olmak üzere kartla ödeme yapılabiliyor.)

Hazır paradan bahsederken, Almanların tasarrufa çok önem veren bir millet olduğunu da belirtmem gerek. Artık, savaş zamanlarındaki zorluklardan kaynaklı olarak yerleşmiş bir alışkanlık mıdır yoksa farklı sebepleri var mıdır bilmem, ama halk genellikle para biriktirmeyi ve satın alacağı hizmet veya ürünlerle ilgili detaylı bir fiyat kıyaslaması yapmayı adet haline getirmiş. Bunun yanında alışveriş yerlerinin indirim kuponlarını toplama, çeşitli kartlar ve mobil uygulamalarla puan biriktirme, markaların ve süpermarket ürünlerinin indirim günlerini takip etme de, tasarruf konusuyla ilgili yerleşmiş alışkanlıklardan.

Almanya'da günlük hayat

Alman toplumu genellikle dakiktir. Plan program yapmayı, yapılan plana harfiyen uymayı, kişisel veya işle ilgili tüm görüşmelerin belli bir süre öncesinden “Termin” yani randevu yapmayı ve bu görüşmeler için, sözleşilen saatten beş dakika önce belirlenen yerde hazır bulunmayı çok önemser ve aksi davranışı saygısızlık olarak görür. Almanya’da, “saat 15:00 gibi buluşuruz” olmaz, “15:00 civarı” olmaz, 15:00 olur, hatta 14:55 olur…

Almanya’da insanlar kişisel alanlarına çok önem verirler. Hem manevi hem de fiziksel anlamda. İnsanlar birbirlerine özel hayatla ilgili sorular sormaya çekinir. Fiziksel kişisel alanınız ise kol boyu ölçünüz ile belirlenir. Yani kolunuzu vücudunuza doksan derece bir açıyla kaldırdığınızda, parmaklarınızın ulaştığı mesafe içinde kalan alan sizin kişisel alanınızdır ve yeni tanışmış veya birbirini hiç tanımayan insanlar, birbirleriyle muhatap olurken bu alanı ihlal etmemeye özen gösterirler. Çok önemli bir başka ayrıntı da, Almanya’da insanlar herhangi bir sebepten ayıplanacak veya utanılacak bir duruma düşmekten oldukça çekinirler. O yüzden hem işlerinde, hem de özel hayatlarında mümkün olduğunca hata yapmamaya gayret ederler. Yanlış bir davranışta bulunanlar veya herhangi bir hata, “kafa sallama” yoluyla cezalandırılır. Ayıplayanlar ayıplanana doğru bakarak kafalarını sağa sola sallarlar. Bu çok basit bir alışkanlıkmış gibi görünüyor ama ayıplanan kişi üzerinde hâlâ çok etkili oluyor, emin olun…

Alman halkı birçok diğer Avrupa ülkesinin halklarına kıyasla çok daha çalışkan bir toplum. Özellikle de Güney Avrupa’yla kıyasladığınızda. Bunun yanında, mevcut çağın getirdiği, birçok alandaki yozlaşmalar tabii ki Almanya’yı da etkiliyor. Fakat yine de Almanya, hâlâ “çoğunlukla” işini doğru yapmaya çalışan insanların ülkesi. Yine bu çalışkanlıkla ve planlılıkla paralel olarak hayat Almanya’da çok erken başlıyor. Sabah saat 05:30-06:00’da, şehir içinde trafiğe takılmanız veya istasyonlarda kalabalıklarla karşılaşmanız son derece muhtemel. Tabii bu durumun bir sonucu olarak da insanlar genellikle en geç 22:00’de yataklarına girmiş oluyorlar, ki zaten bu saat aynı zamanda mutlak sükûnet zamanının da başladığı saattir. Bu saatten sonra artık evinizde dahi hiçbir gürültülü iş yapamazsınız. Yere sürteceğiniz sandalyenin gıcırtısı bile alt komşunuzun şikayetine sebep olabilir. Almanya’da “Ruhezeit” olarak anılan ve gece 22:00’de başlayıp sabah genellikle 07:00’ye kadar süren bu zaman dilimi, pazar günleri ve resmi tatillerde tüm günü kapsar.

Pazar günleri ve resmi tatillerde ayrıca, işyerleri ve alışveriş merkezleri de çok büyük çoğunlukla kapalıdır. Yani Türkiye’de olduğu gibi, “gideyim de bir AVM’de vakit geçireyim” ya da “pazar günü çıkayım da alışverişlerimi halledeyim” deme imkânınız pek olmaz…

Almanlar yoğun bir çalışma temposuna sahip dedik. Tabii bu çalışkanlığın bir de ödülü olmalı. Tatil konusu Almanya’da neredeyse kutsal sayılabilecek kadar önemseniyor. İnsanlar doğal olarak, hakettikleri ve insanca yaşamanın gereklerinden biri olan tatillerini mümkün olan en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar. Tatiller genellikle çok önceden planlanıp, rezervasyonlar yapılıyor. Kışın genellikle kar sporlarıyla ünlü yörelere gidenler, yaz günlerinde yapacakları tatillerini dünyanın herhangi bir köşesinde deniz ve güneşin tadını çıkararak geçiriyorlar. Almanya’da herhangi bir işyerinde işe yeni başlamış bir çalışanın bile genellikle 28 gün senelik izni olur; kıdemine ve işyerinin senelik izin politikasına bağlı olarak bu günler artabilir. Senelik izninizden, tatilde geçireceğiniz her bir hafta için beş gün düşülür. Diğer iki gün haftalık izninize sayılır.

Almanya'da günlük hayat

Bunun haricinde, eğer hastaysanız işe değil doktora gidersiniz. Zaten hastayken, özellikle de grip gibi bir bulaşıcı hastalığa kapılmışsanız ve işe gelmişseniz, işyerindekiler size adeta “neden geldin?” diyen gözlerle bakarlar ve bu durum pek hoş karşılanmaz. İşe gitmenize mani bir rahatsızlığınız varsa, genellikle önce aile hekiminize gider ve hekiminizin uygun gördüğü süre boyunca rapor alırsınız. Eğer rahatsızlığınız uzman hekim muayenesi gerektiriyorsa, uzman hekiminizden uygun olan ilk randevuyu alır ona muayene olursunuz.

Tedavi için hekiminizin muayenehanesine gittiğinizde çok büyük ihtimalle önce bekleme odasına girersiniz ve odada bulunan herkesi selamlarsınız. Odada bulunan kişiler de genellikle hep bir ağızdan sizi selamlarlar. Aynı durum muayeneniz bitip, ceketinizi giyip çıkarken vedalaşma faslında da tekrarlanır. Benzer selamlaşmalar, tek tük bekleyenlerin bulunduğu otobüs duraklarında veya örneğin tenha bir kaldırımda yürürken, karşı yönden gelen bir başka kişiyle göz göze geldiğiniz anda da gerçekleşebilir. Hiç tanımadığınız kişilere selam verip gülümsemenin, insanı o an için nasıl mutlu ettiğini size kelimelerle anlatamam.

Bu duruma taban tabana zıt bir şekilde, Almanya’da hâl hatır sormak pek yaygın bir alışkanlık değildir. Genellikle “nasılsın?” sorusu ciddiye alınan bir sorudur ve geçiştirilerek cevaplanmaz. Almanya’da geçen zamanım içinde alışmakta en zorlandığım konulardan biri de bu oldu. Bir tanıdıkla karşılaşıp merhaba dedikten sonra “n’aber?” dememek veya telefon görüşmesine başlarken “alo” dedikten sonra “n’aber, nasıl gidiyor?” demeden, doğrudan konuya girmek bana çok zor geldi ilk başlarda. Hep, sanki hâl hatır sormazsam ayıp olacakmış gibi hissettim, ama neticede zamanla bu duruma da ayak uydurmayı başardım.

Alman toplumunun en göze çarpan özelliklerinden birisi de çok okumaları. İnsanlar devamlı okuyorlar ve çoğunlukla herkes güncel konularla ilgili fikir sahibi. Sadece evlerinde veya bir yerlerde dinlenirken değil; toplu taşıma araçlarında, duraklarda ve hatta yürürken bile okuyor insanlar. Bu da tabii farklı bir kültür seviyesine getiriyor Alman halkını. Kültür seviyesi demişken, Almanya’da insanlar kültürel etkinliklere ve sanata da çok önem veriyorlar. Her şehrin müzeleri, opera ve bale sahneleri, tiyatroları, konser salonları, büyük kütüphaneleri ve daha birçok benzer kültürel faaliyet alanları var. Ve işin en güzeli de ne biliyor musunuz? Bu alanlardaki etkinliklere ciddi bir talep de var. Almanya’da sanat ve sanatçı değerli…

Almanya'da günlük hayat

Yavaş yavaş bu bölümün de, dolayısıyla on bölümlük serinin de sonuna geliyoruz. Üzerinde durmak istediğim iki önemli konu kaldı. Yıllardan beri bana devamlı sorulan iki soru var. Son olarak, kişisel olarak da çok önemsediğim bu sorulardan ve cevaplarından söz edelim.

Bunlardan birincisi: “Almanya’da ırkçılık var mı?”
Bu soruya kendi penceremden çok net ve kesin bir cevap vereyim: Hayır!

Ben 15 senedir, gerek bu süre zarfında yaptığım işler, gerekse kişisel yapım itibariyle devamlı insanlarla iletişim halindeyim ve bugüne kadar Almanya’da, yüzüme karşı tek bir somut ırkçı söyleme maruz kalmadığım gibi, en ufak bir imâyla da karşılaşmadım. Devlet dairelerinde örneğin, hiçbir işimde zorluk çıkarılmadı. İşyerlerimizde, çocuklarımızın okulunda, alışverişte, eğlencede, yemede içmede, aklınıza gelebilecek her ortamda bu konuyla ilgili olarak son derece huzurluyuz.

Başka göçmen kökenli insanların yaşadığı münferit hadiseler olabilir. Geçmiş yıllarda, radikal zihniyete sahip kendini bilmezlere denk gelip canı yanmış ve hatta maalesef can kaybetmiş göçmenler için yürekten üzgünüm. Ama o istisnalar bile, herhangi bir başka ülkede olabileceğinden daha fazla değildir, yaklaşık 25 milyon göçmen kökenlinin yaşadığı Almanya’da…

Bu can yakan birkaç istisnadan bağımsız olarak, ısrarla “Almanya’da ırkçılık var” diyenler varsa, o kişilere de önce kendilerini bir gözden geçirmelerini tavsiye ederim. Ben 15 senedir devamlı insan içinde olmama ve dış görünüşüm itibariyle de göçmen kökenli olduğum gayet aşikâr olmasına rağmen, eğer ben bu anlamda herhangi bir can sıkıcı örnekle karşılaşmadıysam, sen neden devamlı “ırkçılık var” borazanı çalıyorsun? Bunun bir sebebi olmalı…

Buradaki tespitlerimi tamamen halk temelinde yapıyorum. Devlet politikalarının, hükümetlerin, ülkeleri yöneten veya yönetmeye aday olan siyasetçilerin, hiçbirinin birbirinden farkı yok benim nazarımda. Siyaset benim zaten mümkün mertebe uzak durmaya çalıştığım bir konu. Almanya’da sıradan halk, geçtiğimiz 70-80 yıl boyunca emek emek bir toplumsal bilinç, kendine has bir kültür inşa etmiş. İnsanlar genellikle ve normal şartlarda birbirlerine saygılı. Az önce de anlattığım gibi, kaldırımda hiç tanımadığım insan bana gülümseyerek selam verirken elbette ki benim esmer tenimi ve siyah saçlarımı görerek selam veriyor. Bunun dışında, her ortamda bir düzen hakim, çevre temiz. Suç oranı birçok ülkeye göre daha düşük. Geceyarısı birçok yerde, en ufak bir tedirginlik duymadan ara sokaklarda yürüyebiliyorsunuz. Ve bütün bu bölüm boyunca anlattığım diğer toplumsal alışkanlıklar da bir şekilde, yıllar içinde oturmuş bu ülkede.

Aynı şekilde benim doğup büyüdüğüm ülkemde de kendine özgü bir halk kültürü var; Türkiye’nin ve seksen milyon insanının da kendi güzellikleri, kendi farklılıkları var. Yine bir başka ülkede de benzer durumlar geçerli. Her ülke için bu böyle.

Fakat sen, tüm bu verilen emeği ve göçmen kökenli olsun olmasın herkesin birlikte kurduğu bu yapıyı baltalamaya kalkar, sana kucak açmış ve kimseyi rahatsız etmediğin sürece seni rahatsız etmeyen bir halkın kültürüne ayak uydurmayı reddeder ve kendi kültürünü yaşadığın yere dayatmaya çalışırsan; hatta kendi öz kültüründe dahi olmayan davranışları sergilersen, örneğin yere tükürürsen, komşularına saygısızlık edersen, kırk senedir Almanya’da olup iki kelime Almanca’yı bir araya getiremezsen, işsiz veya çaresiz kaldığında sana iyi niyetle sahip çıkan kurumlara çeşitli yollarla kazık atmaya kalkarsan, otobanı düğün konvoyunla tıkayıp binlerce insanın vaktini çalarak eziyet edersen, uzun lafın kısası, bu toplumun yıllar içinde yerleştirmiş olduğu yazılı veya yazılı olmayan kurallara uymama hakkını kendinde bulursan, bu durumlarla ilgili olarak gördüğün tepkiden dolayı da hiçkimseyi ırkçılıkla suçlayamazsın…

İşin nispeten sevindirici tarafı, bu saydığım olumsuz örnekleri sergileyen göçmenlerin de, tıpkı münferit ırkçı eylemleri gerçekleştiren radikaller gibi az sayıda olması ve gördüğüm kadarıyla geçen zamanla da azalıyor olması.

Almanya’da, az önce de söylediğim gibi, yaklaşık 25 milyon göçmen kökenli insan yaşıyor. Bu sayı her geçen sene de artıyor. Eğer bu çerçeveden bakacak olursak, milyonlarca göçmenin ırkçılığın olduğu bir ülkede huzur içinde yaşamasının mümkün olmadığını idrak edebiliriz zaten. Soruyu cevaplamaya başlarken söylediğim gibi bitirirken de net bir şekilde tekrarlayayım: Almanya’da ırkçılık yok…

Bu konuyla ilgili daha ayrıntılı düşünce ve tespitlerimi, kişisel web sitemdeki bu yazıda bulabilirsiniz.

Almanya'da günlük hayat

Bahsetmek istediğim son önemli konuya geçmeden önce çok kısa iletişim bilgilerimizi tekrar hatırlatayım…

Her türlü soru ve önerileriniz için e-posta hesabımız: bilgi@almanyadahayat.com

E-posta adresimizin yanısıra, doğrudan sitemizde bulunan iletişim formunu doldurarak da bizimle temas kurabilirsiniz.

Ayrıca twitter’daki şahsi hesabımdan yaptığım paylaşımlarım altında da fikir alışverişinde bulunabiliriz…

Twitter hesabım: @ilkersagdilek

 

Gelelim son olarak, devamlı sorulan diğer önemli konuya…

 

“Yurtdışında yaşamaya ayak uydurmak çok zor mu?”

Önce damdan düşer gibi çok kısa bir cevap vereyim, sonra biraz daha açayım konuyu:

Eğer yurtdışında yaşama niyetiniz varsa, ciddi bunalımlara hazır olun!

Ben, Türkiye’den 26 yaşımda ayrılıp, İspanya’ya yaklaşık kırk güzel dostumla birlikte yerleştim, ama hiçbirimiz o bunalımlardan kaçamadık. Hatta henüz birinci sene dolmadan sayımız yirmiye düşmüştü. Almanya’ya yerleştiğimde hayat arkadaşım yanımdaydı, hâlâ da yanımda çok şükür, ama ona rağmen bahsettiğim bunalımdan kurtulmam iki seneye yakın sürdü.

Değerli dostlar, eğer Almanya’ya yerleşmek niyetine girmişseniz bilin ki, hayatınızı kökünden değiştirmek ve hiç ama hiç alışık olmadığınız bir düzene ayak uydurmaya aday olmak üzere bir karar vereceksiniz. Bu karar üç günde verilecek basit bir karar değil. Lütfen üzerinde uzun uzun düşünün. Bütün yönleriyle düşünün. İçine doğup büyüdüğünüz ailenize, ya da örneğin Türkiye’deki arkadaş çevrenize çok düşkünseniz, lütfen “üç kere” uzun uzun düşünün. Annenizin babanızın, soğuk algınlığından dolayı kırılmış sesini telefonda duyduğunuzda içiniz burulacak, belki dedeniz, anneanneniz veya bir başka sevdiğiniz büyüğünüz vefat edecek, son nefesinde yanında, hatta cenazesinde bile olamayacaksınız, en yakın dostunuz evlenecek, belki birlikte hep hayalini kurduğunuz nikah şahitliğini yapamayacaksınız, ve en nihayetinde birçok yakınınız için hem gözden hem gönülden ırak olacaksınız…

Her şeye rağmen kesin bir şekilde kararınızı verip, tüm bürokratik işlemleri gerçekleştirip Almanya’ya yerleşmiş ve çalışmaya başlamışsanız, ilk iki sene çok önemli, bunu da bilmelisiniz. İlk iki seneyi atlattıktan sonra birçok şey çok daha kolaylaşmaya başlıyor. Kararınızı sorgulamaktan vazgeçiyorsunuz, aksine “iyi ki” dediğiniz durumlar artmaya başlıyor. O yüzden eğer bu kadar önemli bir kararı vermeyi başarıp hayatınızın akışını değiştirmişseniz, ilk iki senede yaşayacağınız geçici ruhsal sıkıntılardan dolayı bütün emeklerinizi heba etmeyin. Demem o ki, -naçizane tavsiyem- ya gelmeyin, ya da gelin ve kalın. Bu dünyanın kafaca sağlıklı ve mutlu bireylere ihtiyacı var…

Beni haftalardır okuduğunuz ve gösterdiğiniz ilgi için yürekten teşekkür ederim. Umarım bir tek kişinin dahi olsa hayatına, kalbine dokunabilmişimdir. Bir gün bir yerlerde karşılaşmak ve yeni yazı serilerinde buluşmak üzere…

Bizi paylaşmayı unutmayın…

Kendinize iyi bakın, hoşçakalın…

BU İÇERİĞİ YOUTUBE’DA İZLE

Paylaş

Daha Fazla Faydalı İçerik